Kişinin kendi yaşam süresi içinde, nerede/nasıl/ne zaman/niçin ve kimle konumlandığı ve tarihin o zaman diliminde ortaya koyduğu eylemler, aynı zamanda onun tarih sahnesindeki ‘konum”unu da belirler. Şeyma Yerlikaya’nın küratörlüğünü üstlendiği Cep Gallery’de 20 Aralık 2017 – 20 Ocak 2018 tarihleri arasında görülebilecek “Lokasyon” Sergisi bu bağlamda birbirinden farklı ve bağımsız altı sanatçının işlerini; var olan, yok olmuş veya hiç olmamış (ütopik) mekan ve alanlara tanıklık etme, etkilenme, etkileme ve yaratım süreçlerinin dışavurumlarını ve deneyimlerini gözler önüne seriyor.
Mekan; değişim, ayrım ve biçim vermenin odağıdır. Ölü, durağan ve devinimsiz değildir. O nedenle sanatçı mekanı algılar, tasarlar ve yaşanan bir yer haline getirir. Mekanı sanatçı kurgular fakat mekan salt fiziksel bir çevreye veya fonksiyonalist cambazlıkların beceriyle sergilendiği bir ‘sirk’e de indirgenemez. Mekanların tarihselliği, öznelliği ve biricikliklerinin yanında bir de “yeni”ye açılan birer liman olma özellikler vardır. Yeni olanın bir ‘kimliği’ vardır çünkü o anın benzersizliğini yansıtır ve bu sayede diğerlerinden rahatlıkla ayırt edilebilir. Tüm bu nedenlerden ötürü, Merve Yılmaz’ın bu sergideki işlerine bakıldığında tıpkı mimar Zaha Hadid’in ilk dönem eserlerinden itibaren görülen, sivri/keskin çizgilerin bütün içinde gelişimine/evrilmesine benzer bir paralellik taşıdığı görülür. Mekanlar farklılaştıkça, mekanları şekillendiren ve mekanların şekillendirdiği insanlar da farklılaşır. Asıl olan, bu farklılaşmanın içinde barındırdığı özgürlük potansiyellerinin ayırdına varabilmek ve bunları deneyimleyebilmektir.
Kimi zaman mekanlardaki bu özgürlük potansiyelleri, sanatçıyı yaşamak istediği ütopik şehri kurgulaması noktasına kadar getirebilir. Ahmet Duru’nun Lokasyon bağlamında sergilediği işlerde de, ana caddelerden sokaklara, somuttan soyuta giden bir dizgede kurguladığı şehrin kuşbakışı çizimi bizlere Lars von Trier’in Dogville filmini anımsatır. Kahramanın (Grace/Nicole Kidman) ilk adımını atışı ve sonrasında deneyimledikleri gibi Duru’nun şehri de ilk bir bakışta ‘ütopik bir özgürlük alanı’ olarak belirir, akabinde ilerledikçe paradokslar barındıran bu şehrin, aynı zamanda nasıl bir kıstırılmışlık/sınırlılıklar alanı olduğu hissini duyumsamamıza neden olur. Oscar Wilde boşuna dememiştir, “Her insan öldürür gene de sevdiğini” diye… Modern yaşamın sarmalında kurgulanan “ütopyalar” dahi geçmiştekilerden farklıdır ve daima kendi zıtlıklarını da barındırmaktadırlar.
Mekanlar, kentler belki tasarlanabilir ancak işin içinde insan faktörü olduğu için nereye/nasıl/ne şekilde evrileceği hiçbir zaman için tam olarak kestirilemez. Kestirilemeyen, gizemli olan daima insanın ilgisini çekmiştir. Bir taraftan çarpık yapılaşmadan, gökdelenlerden, gecekondulardan mustarip olup, diğer yandan göstermelik ve sahte bir muhafazakarlık kisvesi altında kitsch bir şekilde korunan yapıların olduğu “Kent”, o nedenle Setenay Alpsoy’un ilgisini çekiyor ve bu sergideki tüm işlerinde yansımasını buluyor. Sanatçının daha önceki çalışmalarındaki kasvetli, adeta eski Doğu Bloku ülkeleri mimarisini çağrıştıran hava, bu sergideki işlerinde-genel konsept ile de paralellik göstererek- “ışık” ile buluşuyor. İşlere bakınca, Alfred Hitchcock’un Arka Pencere filmindeki ana karakter fotoğrafçı Jeff’in (James Stewart) odasından fotoğrafladığı mekanlar, kişiler, olaylar, ayrıntılarla olan paralellikler özellikle dikkat çekiyor. ‘Öteki’nin varlığını algılamak, sonra ise onu anlamak ve farklılıklarını kabullenmek öncelikli olarak sanatçının görevi gibi gözükse de, aslında yeryüzündeki tüm bireylere farklı kaliteler kazandıracak yaşamsal bir çaba olduğu gerçeği de asla gözden kaçırılmamalıdır.
Eski Yunan’da Platon’dan beri benzer bir şekilde var olan ama Analitik Psikoloji’nin kurucusu ünlü İsviçreli psikolog C.G.Jung tarafından mükemmelleştirilen kurama göre “arketipler”; her insanın kolektif bilinçdışında bulunan, tarihsel süreç sonucunda oluşmuş ve hali hazırda kendini sürekli yineleyen öğretilmemiş , doğuştan gelen evrensel eğilimler, modellerdir. Elif Özen’in ev/oda arketipi bağlamında, insanoğlunun koruma, korunma, sahiplenme, mülkiyet gibi binyıllardır süregelen kaygılarını merkezine oturttuğu işleri; aynı zamanda insanın iç dünyasına da çift taraflı bir bakış olanağı sunuyor. Bir taraftan mekanın dıştan sınırlandırılmış olmasıyla, diğer taraftan içten doldurulmuş olmasının beraberinde getirdiği zorunlu birlikteliğe ve bunun yaratıcılığa açılması olası kapısının sırrına ışık tutuyor. Özen; gerçek özgürlüğün, yaratmanın-şair A.Lamartine’in ‘Göl’ şiirinde betimlediği gibi asla durduramayacağımız ama en iyi şekilde kullanabileceğimiz ‘zaman’ın önüne geçebilmenin- aslında biraz da sınırlar koyarak mümkün olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. Kendi sınırlarımızı, sınırlılıklarımızı bilerek, bir anlamda kişinin kendisini çok daha dürüst analiz ederek her türlü alt sınıflandırmayı da daha kolay yapabilmesine olanak tanınması gibi…
İnsanoğlunun evriminde doğayı denetim altına alma ilk başlarda çok önemli ve yaşamsal bir araçtı. Bir süre sonra, bu araç bir amaç haline geldi. İnsan doğadan uzaklaştı ancak bir şekilde de doğayla yapay ve mesafeli bağını koruma zorunluluğunu hep devam ettirdi. Vahşi kapitalizmin güler yüzü olan tüketim toplumu virüsünün en hızlı yayıldığı yerler olan büyük kentlerde, insanlar sözde doğayla iç içe yaşayabilmek adına; suni ormanlık alanları olan sitelerde yaşıyor, buralara egzotik balıkların hapsedildiği dev akvaryumlar, korkudan tünemiş kuşların olduğu kafesler, milyon lira değerinde natürmort tabloların olduğu çerçevelerle dolduruyorlar. Oysa ki tıpkı büyük usta Nazım Hikmet’in dizelerinde belirttiği gibi “Yaşadım diyebilmek için…” öncelikle sevgiye gereksinim var ki sevgi için de şefkat, ilgi ve sadakat gerekli. Meriç Kara tam da bu noktada devreye giriyor ve “saksı”lardan oluşan işleriyle yeşile hayat veriyor. İç mekanlar için tasarlanan “Saksılar Serisi” bitkileri sadece bir süs eşyası veya durağan birer obje olarak tanımlamaktan çok; onları nefes alıp veren, sevgiyi/ilgiyi hisseden birer organizma olarak görmesiyle ve bitkileri-son derece işlevsel ve nüktedan bir şekilde- bilfiil evsel yaşamın içine dahil etmesiyle de oldukça farklı bir çalışmalar bütünü olarak “Lokasyon”un içinde yer alıyor.
ALAZ TOKER
Lokasyon
20 Aralık 2017 – 20 Ocak 2018
Setenay ALPSOY - Ahmet DURU - Meriç KARA - Elif ÖZEN - Merve YILMAZ
Cep Gallery | Contemporary Exhibition Platform
Address : Serdar-ı ekrem sok.| No 36/4
Galata - Tunel - Beyoglu | 34430 |
ISTANBUL / TURKEY
T +9 0 5 4 2 228 98 18
[email protected]
[email protected]
Mekan; değişim, ayrım ve biçim vermenin odağıdır. Ölü, durağan ve devinimsiz değildir. O nedenle sanatçı mekanı algılar, tasarlar ve yaşanan bir yer haline getirir. Mekanı sanatçı kurgular fakat mekan salt fiziksel bir çevreye veya fonksiyonalist cambazlıkların beceriyle sergilendiği bir ‘sirk’e de indirgenemez. Mekanların tarihselliği, öznelliği ve biricikliklerinin yanında bir de “yeni”ye açılan birer liman olma özellikler vardır. Yeni olanın bir ‘kimliği’ vardır çünkü o anın benzersizliğini yansıtır ve bu sayede diğerlerinden rahatlıkla ayırt edilebilir. Tüm bu nedenlerden ötürü, Merve Yılmaz’ın bu sergideki işlerine bakıldığında tıpkı mimar Zaha Hadid’in ilk dönem eserlerinden itibaren görülen, sivri/keskin çizgilerin bütün içinde gelişimine/evrilmesine benzer bir paralellik taşıdığı görülür. Mekanlar farklılaştıkça, mekanları şekillendiren ve mekanların şekillendirdiği insanlar da farklılaşır. Asıl olan, bu farklılaşmanın içinde barındırdığı özgürlük potansiyellerinin ayırdına varabilmek ve bunları deneyimleyebilmektir.
Kimi zaman mekanlardaki bu özgürlük potansiyelleri, sanatçıyı yaşamak istediği ütopik şehri kurgulaması noktasına kadar getirebilir. Ahmet Duru’nun Lokasyon bağlamında sergilediği işlerde de, ana caddelerden sokaklara, somuttan soyuta giden bir dizgede kurguladığı şehrin kuşbakışı çizimi bizlere Lars von Trier’in Dogville filmini anımsatır. Kahramanın (Grace/Nicole Kidman) ilk adımını atışı ve sonrasında deneyimledikleri gibi Duru’nun şehri de ilk bir bakışta ‘ütopik bir özgürlük alanı’ olarak belirir, akabinde ilerledikçe paradokslar barındıran bu şehrin, aynı zamanda nasıl bir kıstırılmışlık/sınırlılıklar alanı olduğu hissini duyumsamamıza neden olur. Oscar Wilde boşuna dememiştir, “Her insan öldürür gene de sevdiğini” diye… Modern yaşamın sarmalında kurgulanan “ütopyalar” dahi geçmiştekilerden farklıdır ve daima kendi zıtlıklarını da barındırmaktadırlar.
Mekanlar, kentler belki tasarlanabilir ancak işin içinde insan faktörü olduğu için nereye/nasıl/ne şekilde evrileceği hiçbir zaman için tam olarak kestirilemez. Kestirilemeyen, gizemli olan daima insanın ilgisini çekmiştir. Bir taraftan çarpık yapılaşmadan, gökdelenlerden, gecekondulardan mustarip olup, diğer yandan göstermelik ve sahte bir muhafazakarlık kisvesi altında kitsch bir şekilde korunan yapıların olduğu “Kent”, o nedenle Setenay Alpsoy’un ilgisini çekiyor ve bu sergideki tüm işlerinde yansımasını buluyor. Sanatçının daha önceki çalışmalarındaki kasvetli, adeta eski Doğu Bloku ülkeleri mimarisini çağrıştıran hava, bu sergideki işlerinde-genel konsept ile de paralellik göstererek- “ışık” ile buluşuyor. İşlere bakınca, Alfred Hitchcock’un Arka Pencere filmindeki ana karakter fotoğrafçı Jeff’in (James Stewart) odasından fotoğrafladığı mekanlar, kişiler, olaylar, ayrıntılarla olan paralellikler özellikle dikkat çekiyor. ‘Öteki’nin varlığını algılamak, sonra ise onu anlamak ve farklılıklarını kabullenmek öncelikli olarak sanatçının görevi gibi gözükse de, aslında yeryüzündeki tüm bireylere farklı kaliteler kazandıracak yaşamsal bir çaba olduğu gerçeği de asla gözden kaçırılmamalıdır.
Eski Yunan’da Platon’dan beri benzer bir şekilde var olan ama Analitik Psikoloji’nin kurucusu ünlü İsviçreli psikolog C.G.Jung tarafından mükemmelleştirilen kurama göre “arketipler”; her insanın kolektif bilinçdışında bulunan, tarihsel süreç sonucunda oluşmuş ve hali hazırda kendini sürekli yineleyen öğretilmemiş , doğuştan gelen evrensel eğilimler, modellerdir. Elif Özen’in ev/oda arketipi bağlamında, insanoğlunun koruma, korunma, sahiplenme, mülkiyet gibi binyıllardır süregelen kaygılarını merkezine oturttuğu işleri; aynı zamanda insanın iç dünyasına da çift taraflı bir bakış olanağı sunuyor. Bir taraftan mekanın dıştan sınırlandırılmış olmasıyla, diğer taraftan içten doldurulmuş olmasının beraberinde getirdiği zorunlu birlikteliğe ve bunun yaratıcılığa açılması olası kapısının sırrına ışık tutuyor. Özen; gerçek özgürlüğün, yaratmanın-şair A.Lamartine’in ‘Göl’ şiirinde betimlediği gibi asla durduramayacağımız ama en iyi şekilde kullanabileceğimiz ‘zaman’ın önüne geçebilmenin- aslında biraz da sınırlar koyarak mümkün olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. Kendi sınırlarımızı, sınırlılıklarımızı bilerek, bir anlamda kişinin kendisini çok daha dürüst analiz ederek her türlü alt sınıflandırmayı da daha kolay yapabilmesine olanak tanınması gibi…
İnsanoğlunun evriminde doğayı denetim altına alma ilk başlarda çok önemli ve yaşamsal bir araçtı. Bir süre sonra, bu araç bir amaç haline geldi. İnsan doğadan uzaklaştı ancak bir şekilde de doğayla yapay ve mesafeli bağını koruma zorunluluğunu hep devam ettirdi. Vahşi kapitalizmin güler yüzü olan tüketim toplumu virüsünün en hızlı yayıldığı yerler olan büyük kentlerde, insanlar sözde doğayla iç içe yaşayabilmek adına; suni ormanlık alanları olan sitelerde yaşıyor, buralara egzotik balıkların hapsedildiği dev akvaryumlar, korkudan tünemiş kuşların olduğu kafesler, milyon lira değerinde natürmort tabloların olduğu çerçevelerle dolduruyorlar. Oysa ki tıpkı büyük usta Nazım Hikmet’in dizelerinde belirttiği gibi “Yaşadım diyebilmek için…” öncelikle sevgiye gereksinim var ki sevgi için de şefkat, ilgi ve sadakat gerekli. Meriç Kara tam da bu noktada devreye giriyor ve “saksı”lardan oluşan işleriyle yeşile hayat veriyor. İç mekanlar için tasarlanan “Saksılar Serisi” bitkileri sadece bir süs eşyası veya durağan birer obje olarak tanımlamaktan çok; onları nefes alıp veren, sevgiyi/ilgiyi hisseden birer organizma olarak görmesiyle ve bitkileri-son derece işlevsel ve nüktedan bir şekilde- bilfiil evsel yaşamın içine dahil etmesiyle de oldukça farklı bir çalışmalar bütünü olarak “Lokasyon”un içinde yer alıyor.
ALAZ TOKER
Lokasyon
20 Aralık 2017 – 20 Ocak 2018
Setenay ALPSOY - Ahmet DURU - Meriç KARA - Elif ÖZEN - Merve YILMAZ
Cep Gallery | Contemporary Exhibition Platform
Address : Serdar-ı ekrem sok.| No 36/4
Galata - Tunel - Beyoglu | 34430 |
ISTANBUL / TURKEY
T +9 0 5 4 2 228 98 18
[email protected]
[email protected]