Oyun, Mizah ve İroniyle Bir Hikaye Anlatıcısı: Ahmet Sarı’nın “Anti-Kahraman” Serisi Üzerine
Fırat ARAPOĞLU
"quid rides? mutato nomine, de te fabula narratur.” ( Neden gülüyorsun ki, anlattığım senin hikayendir )
Horatius
Fabl ( Öykünce ), bir öykünün sonunda ders verme amacı olan, güldüren ve düşündüren manzum öykülere verilen isim. İnsanların dışında bitki, hayvan gibi canlı varlıklar ya da eşyalar gibi cansız varlıklara insan kişiliği vermek ve konuşturmak, fablların temel niteliği. Bunun yanında açık ve etkili bir biçimde söylenmesi gereken bir gerçekliğin üstü kapalı olarak söylenmesi yoluyla bir kişiyi ya da davranış biçimini eleştirmek ve böylece insanlara ders vermek için kullanılan bir yazı türü olduğunu da ekleyelim.
Günümüzde başarılı bir sanatçının geçmişten günümüze ve yarına uzanan tarihsellik içerisindeki çelişkileri gören ve bu çelişkileri iyi analiz ederek, topluma yeni okumalar önerebilen bir figür olduğunu ileri sürmek olasıdır. Bu tanım bağlamında iş gören sanatçı, söylemleri ve üretimleriyle sanatsal bilgi üretecek ve izleyicisi ile etkileşimini salt modernist bir biçimci estetikle değil, düşünselliği içeren bir estetik ifadeyle kurabilecektir. Böylece üretilen çalışma hem izleyicinin okumalarıyla dönüşecek hem de kendisi izleyicisini dönüştürecektir. İşte bu uzun girizgahı yapmamın nedenine şimdi gelebilirim: Bir yanda hikaye anlatıcı (narrator) rolüyle ama öte yandan salt hikaye anlatmayıp, çağdaş estetiğin dil ve ifadesini kullanarak çalışan Ahmet Sarı’nın Karşı Sanat’ta sunacağı son “Anti-Kahraman” serisi üzerine bazı çıkarsaamalarda bulunmak istiyorum. Çünkü, uzun zamandır görülmemiş bir biçimde retroaktif bir sergileme olarak, hem sanatçının geçmişten bugüne gelen çizgisini gösterecek hem de bunu derli toplu bir sergilemeyle gerçekleştirecek bir tür proje-sergisi bu.
Ahmet Sarı bu projede farklı teknik ve malzemelerle ürettiği farklı çalışmalarını sergileyecek: Büyük boyutlu tuvaller, kağıt üzerine çalışmalar, tellerle ürettiği işler ve video. Böylece farklı malzeme ve üretimlerle biçimlenen bir söyleme şahit olacağız. Öncelikle tuval çalışmaları bir tür “fabl” niteliğiyle işlev gören niteliğe sahip. Örneğin hapsedilmiş zürafalar ve ön ayaklarını olasılıkla bir mayın saldırısında kaybeden eşek gibi imgeler, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kaotik savaş durumunun ve toplumun bir siyaset mühendisliğiyle nasıl kalıplara sokulduğunun önemli örnekleri arasında görülüyor. Öte yandan sanatçının başında balkabağı ve üç-maymunun simge olarak kullanıldığı mecaza gönderme yaptığını düşündüren bir biçimde maymunlaşmış bir kralın çıplak bir biçimde “İşte Kral Çıplak” retoriğini malzeme yaptığı da görülmekte – Farklı formlar altında Andersen masallarına göndermeler, sürekli karşımıza çıkmaktalar. Ayrıca “Altın Yumurtlayan Tavuk”ta baş kısmının sakallı, takıyye yapan bir hacı figürüyle betimlenmesiyle günümüzde din bezirganlığı üzerinden yürütülen siyaset alaya alınmaktadır. Tüm bu çalışmalarda Ahmet Sarı’nın boyayı ne kadar ustalıkla kullandığını tespit edebileceksiniz. Ustalıklı renk kullanımını, günümüz fabrikasyon sanat üretiminin aksine, tek başına ürettiğini de son kertede anımsatalım.
Sanatçı tellerle ürettiği çalışmalarında ise pop-imgeleri alaycı bir üslupla, hatta yer yer mizahın ve sokağın diline yaklaşarak kullandığı görülmektedir. Bu çalışmalarında oto-boyası ve paslanmaz çelik kullanmakta ve böylece sanatın malzeme kutusunu daha da geliştirmektedir. Tespih çeken bir Sumo güreşçisi, bu sporcuların Türkiye’de güreşçilerle şov olarak güreştirilmesini alaya alırken, bu tür bir sentezden ortaya çıkanı göstermektedir. Esnek bir yoga hareketini betimleyen çalışmaysa, aslında başına çuval geçirilen tutukluları akla getirmekte. Bazı karakterler de birer “anti-kahraman” olarak, bu çalışmalarda cisimleşmekte. Örneğin bir sürü evlilik geçiren ve bugün belen aşağısı olmayan bir kadın ya da ikiziyle doğan kadınlar, sanatçının bakış açısında görsel olana aktarılarak, sanatın malzemesine konu ediniliyor. Son olarak canlı bomba figürü özellikle İslami coğrafyada sıklıkla görülen bir eylem biçiminin varlığını sorgulamaya tekrar açıyor.
Son olarak sanatçının el yapımı kâğıt üzerine çalışmalarını ve videosunu ele almak gerekli. Kendisinin geliştirdiği ve organik malzemeyle geliştirdiği kahve ve özel mürekkep kullanımıyla ortaya çıkan figüratif çalışmalar, sanatçının baskı sanatçısı olarak iyi tanındığı niteliğini de netlikle gösteriyor. Hayvanlar, insanlar, bitkiler ve eşyaların oluşturduğu bir imge-ordusu bu. Anti-Kahraman serisi, tuvaller ve tellerle yapılan çalışmaların ardından, özellikle bu kağıt üzerine çalışmalarla tabiri caizse izleyicinin bam teline dokunacak. Sezgiselliğe ve deneye dayalı bu çalışmalar, başarı ya da başarısızlık değil, tam da adı üzerinde “deney” ruhu ve yönteminin kriterlerini yansıtan çalışmalar. Sergide yer alacak olan video çalışması, sanatçının bir “artist-in-residance” programı dahilinde, kent merkezinden uzakta doğayla baş başa kaldığı bir süreçte yapmış olduğu çekim ve ses kaydından oluşuyor. Sadece doğanın ürettiği seslerin etkisi görüldüğünde, bu kez Ahmet Sarı’nın gayet “somutçu” (concretist) ve materyalist yönünün de açığa çıktığını söyleyebiliriz.
Didaktik bir yaklaşıma ve Ahmet Sarı’nın öğütlerine kulak vermemiz gerekecek bu sergiyle. Belki böylece yaşamda ve sanatta günbegün kaybedilen kanaatkarlık, özveri, yardımseverlik ve iyi niyet gibi niteliklere dair bir tür “etik” dönüşe uzanılabilir. Bir görsel sanatlar sunumu olan “Anti-Kahraman”, aslında sözlü geleneği de yaşatıyor. Bu imgeleri belleğinizde kolaylıkla saklayacak ve gerektiği anda da ortaya çıkarabileceksiniz. İşte Ahmet Sarı’yı bir hikaye anlatıcısı yapan da bu yaklaşım olmalı.
Sanatçının bu üretimlerinin totali düşünüldüğünde çoklu-ortamda (multimedyal) çalışan bir tarzının olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir iktidar eleştirisi geliştirerek, yaşadıkları, şahit olduğu yaşantılar ve genele dair izlenimleri/çıkarsamaları Ahmet Sarı’nın söyleminin ortaya çıkışına uzanıyor. Bu sergide şahit olduğumuz tuvaller, kağıt işler ve tellerden üretilen işlerde “güç”, “iktidar”, “sembollerin ters-yüz edilmesi”, “simgeler”, “doğal evrim” ve “oyun” kavramlarını netlikle göreceksiniz. Her bir imge – hayvanlar, insanlar, bitkiler, eşyalar vb - sanatçının üretimleri ile yeni bir mecraya açılıyor, farklı formlarla ya da genetiğiyle oynanmış organizmalar olarak. Alaycılık, mizah ve ironiyi kullanarak ürettiği çalışmalarında temel amacının iletisini aktarabilmek ve sanat izleyicisini aktif bir alımlayıcıya dönüştürerek, farkındalığını arttırabilmek olduğunu söyleyebiliriz. İşte o zaman bir tür Aristotelesyen katharsis (arınma) oluşabilecek ve alımlayıcılar özgürlüğe adım atabilecekler.
Fırat ARAPOĞLU
"quid rides? mutato nomine, de te fabula narratur.” ( Neden gülüyorsun ki, anlattığım senin hikayendir )
Horatius
Fabl ( Öykünce ), bir öykünün sonunda ders verme amacı olan, güldüren ve düşündüren manzum öykülere verilen isim. İnsanların dışında bitki, hayvan gibi canlı varlıklar ya da eşyalar gibi cansız varlıklara insan kişiliği vermek ve konuşturmak, fablların temel niteliği. Bunun yanında açık ve etkili bir biçimde söylenmesi gereken bir gerçekliğin üstü kapalı olarak söylenmesi yoluyla bir kişiyi ya da davranış biçimini eleştirmek ve böylece insanlara ders vermek için kullanılan bir yazı türü olduğunu da ekleyelim.
Günümüzde başarılı bir sanatçının geçmişten günümüze ve yarına uzanan tarihsellik içerisindeki çelişkileri gören ve bu çelişkileri iyi analiz ederek, topluma yeni okumalar önerebilen bir figür olduğunu ileri sürmek olasıdır. Bu tanım bağlamında iş gören sanatçı, söylemleri ve üretimleriyle sanatsal bilgi üretecek ve izleyicisi ile etkileşimini salt modernist bir biçimci estetikle değil, düşünselliği içeren bir estetik ifadeyle kurabilecektir. Böylece üretilen çalışma hem izleyicinin okumalarıyla dönüşecek hem de kendisi izleyicisini dönüştürecektir. İşte bu uzun girizgahı yapmamın nedenine şimdi gelebilirim: Bir yanda hikaye anlatıcı (narrator) rolüyle ama öte yandan salt hikaye anlatmayıp, çağdaş estetiğin dil ve ifadesini kullanarak çalışan Ahmet Sarı’nın Karşı Sanat’ta sunacağı son “Anti-Kahraman” serisi üzerine bazı çıkarsaamalarda bulunmak istiyorum. Çünkü, uzun zamandır görülmemiş bir biçimde retroaktif bir sergileme olarak, hem sanatçının geçmişten bugüne gelen çizgisini gösterecek hem de bunu derli toplu bir sergilemeyle gerçekleştirecek bir tür proje-sergisi bu.
Ahmet Sarı bu projede farklı teknik ve malzemelerle ürettiği farklı çalışmalarını sergileyecek: Büyük boyutlu tuvaller, kağıt üzerine çalışmalar, tellerle ürettiği işler ve video. Böylece farklı malzeme ve üretimlerle biçimlenen bir söyleme şahit olacağız. Öncelikle tuval çalışmaları bir tür “fabl” niteliğiyle işlev gören niteliğe sahip. Örneğin hapsedilmiş zürafalar ve ön ayaklarını olasılıkla bir mayın saldırısında kaybeden eşek gibi imgeler, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kaotik savaş durumunun ve toplumun bir siyaset mühendisliğiyle nasıl kalıplara sokulduğunun önemli örnekleri arasında görülüyor. Öte yandan sanatçının başında balkabağı ve üç-maymunun simge olarak kullanıldığı mecaza gönderme yaptığını düşündüren bir biçimde maymunlaşmış bir kralın çıplak bir biçimde “İşte Kral Çıplak” retoriğini malzeme yaptığı da görülmekte – Farklı formlar altında Andersen masallarına göndermeler, sürekli karşımıza çıkmaktalar. Ayrıca “Altın Yumurtlayan Tavuk”ta baş kısmının sakallı, takıyye yapan bir hacı figürüyle betimlenmesiyle günümüzde din bezirganlığı üzerinden yürütülen siyaset alaya alınmaktadır. Tüm bu çalışmalarda Ahmet Sarı’nın boyayı ne kadar ustalıkla kullandığını tespit edebileceksiniz. Ustalıklı renk kullanımını, günümüz fabrikasyon sanat üretiminin aksine, tek başına ürettiğini de son kertede anımsatalım.
Sanatçı tellerle ürettiği çalışmalarında ise pop-imgeleri alaycı bir üslupla, hatta yer yer mizahın ve sokağın diline yaklaşarak kullandığı görülmektedir. Bu çalışmalarında oto-boyası ve paslanmaz çelik kullanmakta ve böylece sanatın malzeme kutusunu daha da geliştirmektedir. Tespih çeken bir Sumo güreşçisi, bu sporcuların Türkiye’de güreşçilerle şov olarak güreştirilmesini alaya alırken, bu tür bir sentezden ortaya çıkanı göstermektedir. Esnek bir yoga hareketini betimleyen çalışmaysa, aslında başına çuval geçirilen tutukluları akla getirmekte. Bazı karakterler de birer “anti-kahraman” olarak, bu çalışmalarda cisimleşmekte. Örneğin bir sürü evlilik geçiren ve bugün belen aşağısı olmayan bir kadın ya da ikiziyle doğan kadınlar, sanatçının bakış açısında görsel olana aktarılarak, sanatın malzemesine konu ediniliyor. Son olarak canlı bomba figürü özellikle İslami coğrafyada sıklıkla görülen bir eylem biçiminin varlığını sorgulamaya tekrar açıyor.
Son olarak sanatçının el yapımı kâğıt üzerine çalışmalarını ve videosunu ele almak gerekli. Kendisinin geliştirdiği ve organik malzemeyle geliştirdiği kahve ve özel mürekkep kullanımıyla ortaya çıkan figüratif çalışmalar, sanatçının baskı sanatçısı olarak iyi tanındığı niteliğini de netlikle gösteriyor. Hayvanlar, insanlar, bitkiler ve eşyaların oluşturduğu bir imge-ordusu bu. Anti-Kahraman serisi, tuvaller ve tellerle yapılan çalışmaların ardından, özellikle bu kağıt üzerine çalışmalarla tabiri caizse izleyicinin bam teline dokunacak. Sezgiselliğe ve deneye dayalı bu çalışmalar, başarı ya da başarısızlık değil, tam da adı üzerinde “deney” ruhu ve yönteminin kriterlerini yansıtan çalışmalar. Sergide yer alacak olan video çalışması, sanatçının bir “artist-in-residance” programı dahilinde, kent merkezinden uzakta doğayla baş başa kaldığı bir süreçte yapmış olduğu çekim ve ses kaydından oluşuyor. Sadece doğanın ürettiği seslerin etkisi görüldüğünde, bu kez Ahmet Sarı’nın gayet “somutçu” (concretist) ve materyalist yönünün de açığa çıktığını söyleyebiliriz.
Didaktik bir yaklaşıma ve Ahmet Sarı’nın öğütlerine kulak vermemiz gerekecek bu sergiyle. Belki böylece yaşamda ve sanatta günbegün kaybedilen kanaatkarlık, özveri, yardımseverlik ve iyi niyet gibi niteliklere dair bir tür “etik” dönüşe uzanılabilir. Bir görsel sanatlar sunumu olan “Anti-Kahraman”, aslında sözlü geleneği de yaşatıyor. Bu imgeleri belleğinizde kolaylıkla saklayacak ve gerektiği anda da ortaya çıkarabileceksiniz. İşte Ahmet Sarı’yı bir hikaye anlatıcısı yapan da bu yaklaşım olmalı.
Sanatçının bu üretimlerinin totali düşünüldüğünde çoklu-ortamda (multimedyal) çalışan bir tarzının olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir iktidar eleştirisi geliştirerek, yaşadıkları, şahit olduğu yaşantılar ve genele dair izlenimleri/çıkarsamaları Ahmet Sarı’nın söyleminin ortaya çıkışına uzanıyor. Bu sergide şahit olduğumuz tuvaller, kağıt işler ve tellerden üretilen işlerde “güç”, “iktidar”, “sembollerin ters-yüz edilmesi”, “simgeler”, “doğal evrim” ve “oyun” kavramlarını netlikle göreceksiniz. Her bir imge – hayvanlar, insanlar, bitkiler, eşyalar vb - sanatçının üretimleri ile yeni bir mecraya açılıyor, farklı formlarla ya da genetiğiyle oynanmış organizmalar olarak. Alaycılık, mizah ve ironiyi kullanarak ürettiği çalışmalarında temel amacının iletisini aktarabilmek ve sanat izleyicisini aktif bir alımlayıcıya dönüştürerek, farkındalığını arttırabilmek olduğunu söyleyebiliriz. İşte o zaman bir tür Aristotelesyen katharsis (arınma) oluşabilecek ve alımlayıcılar özgürlüğe adım atabilecekler.